Çarşamba, Ocak 05, 2011

Kaçkarlar 2010/sonbahar


Kaçkarlar


Eylül 2010

Füsun ,ben ve Burak(eşim) böyle bir delilik yapmaya karar verdik. Gerçi buralara gelip tırmanmaya başlamadan bunu çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyor(ben ve Burak) ve bunun heyecanını yaşıyorduk.

Trabzon’a uçak ile ulaştık. Füsun bizden birkaç gün evvel gitmişti. Uçaktan inince feci bir yağmur eşliğinde Füsunun oralarda yaşayan şahane arkadaşı Serkan ile gelip bizi aldılar ve 160 km hızla Ayder’e doğru yol almaya başladık, her an takla attık atacağız. Zaten benim şaşırdığım bu yağmurda bu hızla kiralık Clio ile nasıl kazasız ulaşabildiğimizdi, neyse sanırım bu Karadenizlilere özgü bir ‘yetenek’ (!).

ilk gece Ayder de pansiyonda kalıyoruz
.



1.GÜN

Hedef :

SAMISTAL YAYLASI (Karadeniz’in en yüksek yaylası)

Ama ne hedef! Burak ve ben hayatımız boyunca böyle bir şey yaşamadık desem yeridir. Sallana sallana bozuk yollarda yolun çok küçük bir kısmını minibüs ile aldık. son durağımız Yukarı kavrun denen yaylada olacak ama ondan önce birkaç Karadenizli hanımın çadırlarında mola verdik ve elleriyle hazırladıkları ; mısır ekmeği, çorba yedik ,içtik. Tekrar yola koyulduk ve sisler içinde Yukarı Kavrun ‘a ulaştık. Oranın bakkalında bir iki eksiğimizi tamamlayarak, çünkü bir önceki akşamdan çantalarımıza erzak koymuştuk gece kalma durumumuz olacağından ve gittiğimiz yerde insan namına bir kimse olmadığından, yola hazırdık.

Ekibimiz Füsun, ben ,Burak ve rehberimiz/ liderimiz 17 yaşındaki karadenizli Tayfun, nam-ı değer Serkan’ın öğrencisi 



Yürüyüş başladı. Kendimi Yüzüklerin Efendisinde yüzüğü taşıyan hobit gibi hissediyordum. Yürüme ve tırmanma şeklimizin filmdekinden farkı yoktu. Dimdik , ıslak ,çok zorlu bir yol. Sürekli tırmanıyorduk Düzlük yoktu. Bazen iki ayak üstünde, acayip bir vücut eğimiyle , bazen ‘4 ayak’ ki bu yöntem çok daha rahat . ilk 1 saat rahattı fakat ardından benim nabzım alarm vermeye başladı. O kadar ciddi bir boyuta çıktı ki 5 adım yürüyüp durmak zorunda kalıyorduk. Meğer 3000 mt ‘ye çıkmışız! Dudaklarım morardı, kalbim ağzımdan çıkacaktı, herkes endişelendi meğer daha sonra Yaylalılara bunu anlatınca beni ’dağın tuttuğunu’ söylediler.

işte 3000 mt ;

Zirveye ulaştık ancak etraf çok sisli olduğundan manzara yoktu , zirve bayrağının önünde yarı baygın pozlarımızı ve zafer işaretini yapınca, geçtik inişe. Zaman kaybetmememiz gerekiyordu çünkü hava kararmadan inişi bitirmemiz lazımdı.

İniş benim için çok rahat ve hızlı oldu. Tavşan misali pıtır pıtır iniyordum  bu sefer Burak zorlandı, Tayfun sağ olsun çantasını alarak ona yardımcı oldu. Tam ters istikamette indik ve araba yoluna ulaşarak SAMISTAL yaylasına yollandık.

iniş başladı...

Gece burada ,Serkan’a ait yayla evinde geceleyeceğiz. Yokuşlarda gene zorlandım, hava kararmıştı artık. Kafa lambalarımızın ışığında ilerledik. Nihayet eve ulaştık.

Minicik çok şirin bir ev. Tayfun hemen tüplü ışıkları yaktı, sobayı hazırladı ve onu da yaktı, biz daha oturmadan bunlar hazırdı. Çayı demlemeye koydu ve yemeğe girişti, tüm bunlarda kendisinin bu işlere yatkınlığını anladık. İyi öğrenci ;)

                                                                                     Samistal ;
Parmaklarımızı kaldıracak halimiz yoktu, ıpıslaktık ve su geçirmez botlarımız su almıştı. ilk iş soyunup dökünmek , çorap +botları soba dibinde kurutmaya koymak oldu.

El birliği ile yemeği hazırladık.

Menü: makarna, tarhana çorbası, sucuk ve salata. Daha ne olsun.

Yorgunluktan yemek bile yiyemeden uykuya daldık.

hep mi sis...



2. GÜN

HAZINDAK YAYLASI


Sabah 10:00 da uyandık. Güzelce kahvaltımızı ettik ve ayaklarımıza poşetler geçirerek botlarımızı giydik ve yola koyulduk. Burağın sol dizi ameliyatlı olduğu için biraz şişti ama o her zamanki gibi idare etti ve kimsenin moralini bozmadı. Bu günkü rotamız: HAZINDAK YAYLASINA uğrayarak POKUT’ a ulaşmak ve orada konaklamak


Hazindak yaylasına kadar muhteşem bir yoldan ulaştık. Bence bu gezideki en muhteşem rota buydu. Orman içinde aynen masal diyarında yaşar gibi ilerledik. Kesinlikle Yüzüklerin efendisinde figüranlık yapıyorduk . Sürekli böğürtlen ve yaban mersini yedik. Böylesi bolluk , inanılmaz!
yedik yedik doyamadık...


Yaylaya ulaştık, telefonların çektiği bir bölümde herkes sevdiklerine haberleri ulaştırınca yaylaya girdik, Ufak ,tamamı tahta evlerden oluşan bir yayla burası. Beton yok. Bayram dolayısıyla yaylaya çıkan birkaç aile var. Herkes bayramlaşıyor, bir banka oturup sandviçlerimizi yedik ,oranın insanı ile sohbet ettik ve yola çıkma zamanı geldi. Bu sefer araba yolundan ilerleyeceğimiz için daha rahat olacak. Meğer ilk gün en zorlu etabı yapmışız, Bravo Füs!!!
hazindak yaylası;


Yolda enteresan doğa olayları ile karşılaşarak ilerledik, muhteşem örümcek ağları, acayip zehirli ama bir o kadar çekici kıpkırmızı mantarlar, kurtların ayak izleri, heyelan izleri, ilginç sülük türleri (Burak bu sülüklerin çok para ettiğini yorumlamadan geçemedi )
değerli sülük ;

kurt izi ;



POKUT YAYLASI


POKUT’ a ulaştık. Yine Namı-değer Serkan beyin arkadaşı olan Yasemin’e ait PLATO’DA MOLA adlı pansiyona yerleştik. Buradan sonra Tayfun yanımızdan ayrıldı.

Yine feci yorgunluğumuzla üçümüz odaya , yer yataklarına yerleştik ve yemek yemek üzere en alt kata indik. Sıcacık, aile ortamında müthiş yemekler tattık. Etli sarma, pilav, mısır ekmeği, lahana çorbası, tereyağ ile cusineden pişmiş patates (bu enfesti) ve ev baklavası. Meğer Yasemin’ nin babası Ankara da ünlü bir lokantada eskiden şef imiş. Gerçi tüm yemekler annenin elinden çıkma gibi ;)

Bu pansiyonda köpek var, kırma kurt cinsi, O , burayı sevmemiz için bile yeter 

Iyı bir uyku ve etrafı keşif. Birkaç fotoğraf alıyorum, hala sisli hep sisli ama birkaç güzel kare yakalıyorum. Öğlen yemeğimizi alıp başka bir grup ile Şen yuva’ ya minibüsle ineceğiz. Öğle yemeği yine çok güzel en etkileyicisi yapılan salata. Öyle iç ferahlatan ,mide bayramı yaptıran bir salata ki ..içine çiğ kabak ve yeşil elma ilave edilmiş ..ne şahaneydi..

bulutlarda olmak




3.GÜN

FIRTINA DERESINDE RAFTING ;

Bu sabah amaç : rafting!

Fırtına deresinde rafting yapma fikri daha İstanbul da iken benden çıkmıştı ve çok heyecanlıydım. Aynen Alaçatı da rüzgar sörfü yapma denemesi gibi rafting için de çok ısrar etmiştim. Bu ısrarlarımdan sonra genelde hep çok mutu kalınıyor 

ilginç bir deneyimdi, çok sevdik.3 kişi biz ve rehberimizle ufak bir brifing ile bota yerleştik. Önde Burak ve Füs, ortada ben en arkada rehber. Yılın o zamanı su seviyesi çok yüksek olmadığından aslında daha da tehlikeli ama bir 2 defa karaya oturmak şekli ile bu işi iyi tamamladık.3 defa ufak çaplı şelalelerden atlayarak adrenalinin kanımıza karışmasına izin verdik. Bu işin şöyle bir usulü var ; rehber her ‘ HEY ‘ dediğinde ve küreğini suya soktuğunda ardından biz ‘HOP’ deyip küreklere asılıyoruz. Arada sırada Burak tempoyu kaçırsa da , Füs küreği derin soktuğunu sanıp aslında rehberi ıpıslak etmiş olsa da bir şekilde yol alıyorduk .

En komik tarafı da rafting yaparken rehberimizin ‘ ÇAY İÇERMİSUNUUUZ ?’sorusuyla sarsılmamız oldu. ‘Nasıl yani derken ve olayı idrak etmeye çalışırken ilerde yer alan başka bir rafting firmasına yanaşıp ayağımıza çay servisi istedi. Biz Rafting’ e ara verip çay içtik ve devam ettik. Başarıyla bitirince bizi bekleyen pick-up’ a botu ve kendimizi yükleyip başlama noktamıza döndük. Fırtına deresinde sağlı sollu muhteşem çay bahçelerini seyrederek ilerledik. Üstümüzdeki can yeleklerini çıkarıp teslim ettik ve Fırtına deresine girip tepeden tırnağa ıslanmadan dönmek olmaz dedim ve koşa koşa gittik. Su soğuk ama tertemizdi. Dayanabildiğimiz kadar suda kaldık ve kuruyunca ÇAT YAYLASINA gitmeye karar verdik.


ÇAT YAYLASI :

Araba ile ulaştık. Meşhur ama bir o kadar da kazık olan amcada su kenarında yemek yedik ve oradan ELEVIT yaylasına yollandık. Tepeye çıktıkça sis bastırmaya başladı yine, yollar oldukça bozuk ama keyfimiz yerinde.



ELEVIT YAYLASI :

Arabayı park ettik ve yürüyerek yayla evlerine daldık. Yayla girişinde tabelada: Nüfus: BELIRSIZ yazıyordu. Bu bizi gülümsetti. Yaylanın kahvesini bulup bir şeyler içelim dedik, meydana gelince şeker bir amca bize doğru davetkar hallerle geldi , ona kahve çay içebileceğimiz bir yer sorduk ‘ Buyurun bende var’ dedi. Mecburen oturduk, kütüklerden yapılmış tek masa ve taburelere. Burak ile Füs tabi ki çay istediler ama ben çay sevmediğim için Türk kahvesi var mı dedim, evet demesiyle amcanın içeri dalması bir oldu. Bir baktık ki meğer burası bakkaliye imiş. Adı da ‘YOK YOK BAKKALIYESI’,  geçenlerde izlediğim BAL filminde amcamızı ve bakkaliyesini de görüp ,mutlu olduk. Etrafı turlayıp dönmeye karar verdik , sisli olduğu için fazla bir etki bırakmadı bizde.


yok yok bakkaliyesi :
ZIL KALE :

Bu meşhur kale’ yi görmekte fayda var ancak restorasyon oldukça başarısız. Tek güzelliği içindeyken manzarası ve uzağındayken yüce dağlar arasındaki görüntüsü.




Bu gezi muhteşemdi. Farklı bir deneyimdi. Bunu gerçekleştirmemiz için ön ayak olan öncelikle Füsun Aygün ve Serkan ‘a teşekkürler


nam-ı değer Serkan







Nihal

1 yorum: