ŞİRİNCE-FOÇA-CUNDA-BOZCAADA
Bu gezimize pick-up ‘ımızla gitmeye karar veriyoruz.
(Honda vtx motorumuzu satışa çıkardığımız için)
Rotamız Şirince den başlayıp Kuzey’e ilerleyecek. Şirince’ye doğru yol alırken , geçen sene buralarda motorumuzla geçtiğimizde görüp de çok üzüldüğümüz, kurumuş göller ve barajlar bu sene dolu dolu. Bu bizi çok mutlu ediyor.
İlk gün;
ŞİRİNCE
Şirince hakikaten adı gibi şirin bir yer.Bu klasik bir cümle olsada orayaı gören bana hak verecektirç. Hemen içimiz ısınıyor. Daracık sokakları var, taştan kaldırımlar,evler eski ,Rumlardan kalma.
Bizim kaldığımız pansiyon Dyonisos pansiyon, internette araştırıp bulduğum şahane bir aile işletmesi. Sıcacık, misafirperver, iddiasız.Arabamıza yer bulduktan sonra (dar sokaklara araba girmesi ve par etmek imkansız)eşyalarımızı pansiyona taşıyoruz. Ufacık bir ev, minicik merdivenleri var, dimdik, biraz zorlanarak odamıza çıkıyoruz ve bakıyoruz ki en güzel oda bizimki..(o dönem pansiyonda kalan sadece biz olduğumuzdan olabilir tabi)Evin penceresinden Şirince köyü , önümüzde, sere serpe.. bembeyaz, sessiz , dingin. Pencereler eski usul sürgülü, yatakta cibinlik sarkıyor , en güzeli ise odamıza girer girmez ikram edilen buz gibi oralara has üzümlü ,taze naneli şerbet.
İçimden ‘burası da kaldığımız, yaşadığımız nadir güzel yerlerden ve listede yerin aldı’ diye geçiriyorum. Hemen fotoğraf makinemi de alarak düşüyoruz o güzel sokak aralarına, öyle güzel fotoğraflar yakalıyorum ki …
Sakin,dingin...
aklım onda kaldı... Şirincede varlığı ile şaşırtan kilise,inanılmaz ama çok bakımlı
EFES-KUŞADASI DAVUTLAR MILLI PARKI
Sabah erken kalktık. Pansiyonumuzun ikinci güzel mekanı olan bir üst sokaktaki başka evin en tepe balkonunda şahane bir kahvaltı ve daha da güzel bir manzara bizi bekliyor. Şaşırıyoruz, Şirinceye böyle tepeden bakmak heyecan verici. Kahvaltıda eksik yok. O kadar çok yiyoruz ki kilolar yola düştü, bize doğru koşuyor diye düşünmeden edemiyorum. Ama yapacak bir şey yok.. bu masayı kim görse diyeti düşüneceğini sanmam. Kahvaltımızı bitirerek istemeyerek de olsa kalkıyoruz , Efes harabelerini ziyaret edeceğiz. Yıllardır görmek istediğim (yıllar evvel görmüştüm ama net hatırlamıyorum)yerdir. Oldukça sıcak bir gün ve ben fotoğraf makinemle yine avdayım, turist sayısı oldukça fazla , bu biraz bana fazla geliyor ama gelmişken gezmeden dönmek olmaz. Her yeri didik didik ediyoruz...
İnsanın aklını alan bir yer.. sadece hayal etmek gerek… derken tam dönüşte güzel bir sürpriz ile karşılaşıyoruz . Tiyatrocuların o dönemin yaşam tarzı ve gladyatör dövüşü gösterisi ile karşılaşıyoruz. Biraz amatör bir ruh ile ama heyecan vererek gösterilerini bitiriyorlar, kral ve kraliçe halkı selamlayıp çekiliyor. Özellikle yabancılar ağızları açık izliyorlar. Keşke bu tip tanıtımlar daha profesyonel ve sık yapılabilse
Ardından 7 Uyurlar mağarasına gidiyoruz..
Buranın hikayesi ;Din değişikliği baskısından kaçarak dağlara sığınan 7 rahip buraya saklanıp eski dinlerini sürdürmeye ve yaşamlarını kurmaya çalışıyor. Yüz yıllar orada kalıyor ve uyuyarak zamanını geçiriyor. Yıllar sonra uyandıklarında yerleşim yerlerindeki hayat çok değişmiş, aç ve susuz olduklarından aralarından birini seçip şehre yolluyorlar ve ellerindeki onlara göre hala geçerli ancak yeni hayata göre çok eski olan para ile alış veriş yapmaya çalışırken paranın eski olmasından sebep yakalanıyor ve hepsi öldürülüyor..:)
Burayı da görüp, gözleme ayran ile yemeğimizi geçiştiriyoruz. Ve denize girmek istiyoruz. Mayolarımız yanımızda değil ama ısrarcıyız, Şirince’ye dönüp mayolarımızı giyip yeniden şehre inip oradan Kuşadası Davutlar Milli parklara yollanıyoruz. Burak çocukluğunda bu parka geldiğini ve unutamadığını söylüyor. Çok değişmiş ,betonlaşmış Kuşadası’na girmeden teğet geçerek Milli parka giriyoruz. Sonlara doğru güzel bir koy bulup saat 16:00 da ayaklarımızı denize sokuyoruz. Yılın ilk deniz+ biz kavuşması. Burak gerçekten etkilenmiş olacak ki beklemeden atlıyor sulara.. evet.. biz Ege ‘yi seviyoruz.. Bu ziyaretimizde en etkileyici olay otoparkta yer alan çöp varillerinin etrafında yemek bulmaya çalışan 3 tane kocaman yaban domuzuydu. Şoklarda onları izledik, hemen fotoğrafladım.. Onların tek derdi ise karpuz kabuklarını kemirmekti. Hayatımda bir ilk daha.
İŞTE BUYRUN;
son olarak Meryem Ana'nın evini ziyaret ediyoruz, oldukça etkileyici.Bu kadının burada tek başına inanılmaz sade bir yaşam sürdürdüğünü görüyoruz. Coğrafya olarak inanılmaz dik ve zor ulaşışır bir bölge, o zamanlarda nasıl buraya kaçtığını ve ne ile ulaştığını kestirmek güç. Bölgede birçok müridi ile ayin yapan papazları görüyoruz.
3.gün:
ŞİRİNCE-FOÇA
Sabah yine Şirince’de, son günümüz ve şahane kahvaltımız. Bu gün sanırım kahraman olma günüm; kahvaltı ederken acı bir miyavlama duyuyorum, içim rahat değil bir yerde bir sorun var. Hemen müdahale etmeliyim. Kahvaltımım bırakıp iniyorum, kocaman çöp varillere yaklaşıyorum , evet, burada geliyor. İçine bir bakıyorum ki minicik, korkmuş bir kedi yavrusu yemek bulma umudu ile girmiş ve tabi ki ufak olduğu için dışarı atlayamamış .Variller boş olduğundan dibinde kalıvermiş. Beni görünce ona zarar vereceğimi zannederek tıslamaya başlıyor, daha fazla tedirgin etmemek adına varili iterek eğiyorum ve o minik kendini aşan sesi ile çıkıp saniyede oradan uzaklaşıyor.. ona peynir bırakmıştım ama o an korkusu açlığından daha baskın..
Odamıza dönerken koridorda camın arasına sıkışmış serçenin can havli ile cama çarparak çıkmaya çalıştığını görüyorum. Hemen atılıp serçeyi avucuma alıyorum kendisi debelenirken diğer elimle zor da olsa pencereyi aralıyorum ve onu özgürlüğüne kavuşturuyorum. Buradan sonra istikamet FOÇA.
4.gün;
FOÇA
Foça ile ilgili çok fazla yazabileceğim şey yok. Maalesef biraz şişirilmiş geldi bana. Eski Foçada bir pansiyonda kalıyoruz. Burası ile ilgili tek güzel taraf eski taş evler ve güzel fotoğraflar. Onun dışında, kötü bir plaj, betonlaşma, sivrisinekler, kalabalık ve karmakarışık bir halk. Sadece birkaç fotoğraf ekliyorum;
BENİM CANIM İNŞAAT KÖPEĞİM!!
Bu kadın enteresandı. Tek başına bu , çiçeklerden görünmeyen evde yaşıyor.Tek amacı ve belki de yaşam sebebi çiçekleri.Kimbilir kaç yaşında...
tetikte...
gündüz sakin Foça...
5.gün
CUNDA
Cunda’ya geldik, bir gece önce netten bulduğum şahane bir pansiyona yerleşiyoruz. Aslında buraya pansiyon demek yanlış olur, burası yepyeni bir ev, Ev sahibi kendisi ve ailesi için inşa etmiş ancak talep görmeyince pansiyona çevirmiş. O kadar temizdi ki içindeyken birşeye zarar vereceğiz diye endişe ettik durduk.
Hafif yağmur çiseledi . Eşyaları bırakıp meşhur TAŞ KAFE’ ye gidiyoruz ve tabi ki şahane Türk kahvesinden içiyoruz. Tost yiyoruz ve ilerde , atlayıp duran ,birbirleri ile oynaşan yunusları seyrediyoruz.
Nedense ben buranın şu kordonunu sevemedim. 3. gelişim ama bu balıkçılar, lokantalar karmakarışıklık beni yoruyor. Rahat edemiyorum, zaten evinde kaldığımız kişi de burayla ilgili enteresan şeyler anlattı. Kendisi doğma büyüme İstanbullu iş için burada yaşıyor ama bu yaz sonu İstanbul’a geri dönüş yapacak. Buranın insanlarını sevemedim diyor. Halkın cahil ve ayırımcı olduğunu savunuyor ve birkaç örnek veriyor. İstanbullulardan hoşlanmıyorlar diyor. İlk defa İstanbul’dan kaçan ve memnun olmayan biri ile karşılaşıyoruz, şaşkınlıkla dinliyoruz. Burak biraz kestirmek istiyor ,sürekli arabayı o kullandı. Bende makinemi kaptığım gibi yine taş –Rum evlerinin ara yollarını fotoğraflamaya gittim. Muhteşem yerler keşfettim. Ne işiniz var kordonda.. çıkın tepelere.. Gezilerin en sevdiğim yanları kendi başıma serbestçe fotoğraf çekerek keşfettiğim güzellikleri. Bkz.;fotoğraflar :)
ne işim olur kiliseyle miliseyle bana park yeri lazım...!!!!
Bu günün akşamında ev sahibimizin kız kardeşinin kardeşine ait Girit yemekleri yaptığı sokak arasındaki yerine gittik. Biz uzun zamandır böyle leziz yemekler yemedik, sempatik lokanta sahibi karı –koca ve köpekleri.. Cundanın fotoğraflardan sonra akılda kalacak diğer, aktivitesi buydu. Ha birde buranın kedi popülasyonu meşhur derlerdi.. kendi gözümle gördüm.. her cins vardı ,onaylıyorum :)))
muhteşem taş evler;
ironi...
cunda'da öürümeye yüz tutmuş görkemi her halinden belli kilise..
Cundadaki ev sahibimiz sabah kahvaltısını verandaya hazırlamış. Kendi evimiz gibi yedik içtik.
6. gün
BOZCAADA
Ve istikamet aşkımız BOZCAADA. Buraya her gelişimizde deniz kenarında kaldık, bu sefer değişiklik yapıp güzel bir bağ evi tutuyoruz. Ne doğru bir seçim yine :) Burayı nasıl tarif edebilirim hmmmm…. klasik hikaye; gencecik karı-koca İstanbul’u terk ederek buradan oldukça büyük bir arazi alıp üzüm bağı yapıyorlar, ardından Kapadokya’dan getirttikleri özel taşlardan şahane evler yapıyorlar sanırım 10 tane ev ve her biri birbirinden uzak, kendi özelin var, hepsi bağa bakıyor, sade , tertemiz. Etraflarında hiçbir şey yok.
Geldiğimiz akşam bağa karşı Burak ile Şirince’den aldığımız 10 şaraptan böğürtlen olanını içiyoruz.. keyifler gıcır. Aksam kasabada yemek, etrafı geziyoruz. Ben yine sokak araları bulup taş evler çekiyorum.
Bozcaada sokakalrında kediler ve yavruları :)
O dönemde Kayranın şarap tadım geceleri var, ada hareketli ama biz şarapçı olmadığımız için ilgilenmiyoruz.
7.gün;
Sonraki gün hava biraz kapalı, Ayazma plajına iniyoruz, haziran olduğu için ve hava biraz soğuk olduğu için (Bozcaada’nın denizi soğuktur) kimseler yok. İkimiz sere serpe şezlonglara yayılıyoruz. Birkaç saat sonra adayı turlayıp kasabada öğle yemeği yiyoruz. Tekneleri izliyoruz, huzurluyuz. Sonraki gün eskiden beri kaldığımız fakat şuan inanılmaz pahalılaşan Akvaryum pansiyon un önündeki şahane el değmemiş Akvaryum koyuna denize giriyoruz.
Akvaryum pansiyon bizim gözdemizdi, elektriği olmayan şirin pansiyon.. 2 sene yazladı kaldık. Ancak bu sene , koca koca taş binalar yapmış, elektrik almış su almış ve süper lüks hale getirmiş.
aynın günün akşamı adanın batı kısmında güneşin batışını izlemek gelenek olmuş.Herkes şarabını alıp gün batımını izlemeye gidiyor, bizde gidiyoruz. Hem gün batımını görüyoruz hem ay doğumunu ve biralarımızı yudumluyoruz. Şerefe..!
Nihal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder