Cuma, Ocak 07, 2011

Şirince-Foça-Cunda-Bozcaada gezisi 2010 /yaz





ŞİRİNCE-FOÇA-CUNDA-BOZCAADA
Bu gezimize pick-up ‘ımızla gitmeye karar veriyoruz.


(Honda vtx motorumuzu satışa çıkardığımız için)

Rotamız Şirince den başlayıp Kuzey’e ilerleyecek. Şirince’ye doğru yol alırken , geçen sene buralarda motorumuzla geçtiğimizde görüp de çok üzüldüğümüz, kurumuş göller ve barajlar bu sene dolu dolu. Bu bizi çok mutlu ediyor.

İlk gün;

ŞİRİNCE

Şirince hakikaten adı gibi şirin bir yer.Bu klasik bir cümle olsada orayaı gören bana hak verecektirç. Hemen içimiz ısınıyor. Daracık sokakları var, taştan kaldırımlar,evler eski ,Rumlardan kalma.

Bizim kaldığımız pansiyon Dyonisos pansiyon, internette araştırıp bulduğum şahane bir aile işletmesi. Sıcacık, misafirperver, iddiasız.Arabamıza yer bulduktan sonra (dar sokaklara araba girmesi ve par etmek imkansız)eşyalarımızı pansiyona taşıyoruz. Ufacık bir ev, minicik merdivenleri var, dimdik, biraz zorlanarak odamıza çıkıyoruz ve bakıyoruz ki en güzel oda bizimki..(o dönem pansiyonda kalan sadece biz olduğumuzdan olabilir tabi)Evin penceresinden Şirince köyü , önümüzde, sere serpe.. bembeyaz, sessiz , dingin. Pencereler eski usul sürgülü, yatakta cibinlik sarkıyor , en güzeli ise odamıza girer girmez ikram edilen buz gibi oralara has üzümlü ,taze naneli şerbet.

 İçimden ‘burası da kaldığımız, yaşadığımız nadir güzel yerlerden ve listede yerin aldı’ diye geçiriyorum. Hemen fotoğraf makinemi de alarak düşüyoruz o güzel sokak aralarına, öyle güzel fotoğraflar yakalıyorum ki …


Sakin,dingin...

pansiyonumuz ve köy dışındaki diğer muhteşem manzaram; erikler..

aklım onda kaldı...                                            Şirincede varlığı ile şaşırtan kilise,inanılmaz ama çok bakımlı



 

 2.gün;

EFES-KUŞADASI DAVUTLAR MILLI PARKI

Sabah erken kalktık. Pansiyonumuzun ikinci güzel mekanı olan bir üst sokaktaki başka evin en tepe balkonunda şahane bir kahvaltı ve daha da güzel bir manzara bizi bekliyor. Şaşırıyoruz, Şirinceye böyle tepeden bakmak heyecan verici. Kahvaltıda eksik yok. O kadar çok yiyoruz ki kilolar yola düştü, bize doğru koşuyor diye düşünmeden edemiyorum. Ama yapacak bir şey yok.. bu masayı kim görse diyeti düşüneceğini sanmam. Kahvaltımızı bitirerek istemeyerek de olsa kalkıyoruz , Efes harabelerini ziyaret edeceğiz. Yıllardır görmek istediğim (yıllar evvel görmüştüm ama net hatırlamıyorum)yerdir. Oldukça sıcak bir gün ve ben fotoğraf makinemle yine avdayım,  turist sayısı oldukça fazla , bu biraz bana fazla geliyor ama gelmişken gezmeden dönmek olmaz. Her yeri didik didik ediyoruz...



İnsanın aklını alan bir yer.. sadece hayal etmek gerek… derken tam dönüşte güzel bir sürpriz ile karşılaşıyoruz . Tiyatrocuların o dönemin yaşam tarzı ve gladyatör dövüşü gösterisi ile karşılaşıyoruz. Biraz amatör bir ruh ile ama heyecan vererek gösterilerini bitiriyorlar, kral ve kraliçe halkı selamlayıp çekiliyor. Özellikle yabancılar ağızları açık izliyorlar. Keşke bu tip tanıtımlar daha profesyonel ve sık yapılabilse















 Ardından 7 Uyurlar mağarasına gidiyoruz..

 
Buranın hikayesi  ;Din değişikliği baskısından kaçarak dağlara sığınan 7 rahip buraya saklanıp eski dinlerini sürdürmeye ve yaşamlarını kurmaya çalışıyor. Yüz yıllar orada kalıyor ve uyuyarak zamanını geçiriyor. Yıllar sonra uyandıklarında yerleşim yerlerindeki hayat çok değişmiş, aç ve susuz olduklarından aralarından birini seçip şehre yolluyorlar ve ellerindeki onlara göre hala geçerli ancak yeni hayata göre çok eski olan para ile alış veriş yapmaya çalışırken paranın eski olmasından sebep yakalanıyor ve hepsi öldürülüyor..:)
Burayı da görüp, gözleme ayran ile yemeğimizi geçiştiriyoruz. Ve denize girmek istiyoruz. Mayolarımız yanımızda değil ama ısrarcıyız, Şirince’ye dönüp mayolarımızı giyip yeniden şehre inip oradan Kuşadası Davutlar Milli parklara yollanıyoruz. Burak çocukluğunda bu parka geldiğini ve unutamadığını söylüyor. Çok değişmiş ,betonlaşmış Kuşadası’na girmeden teğet geçerek Milli parka giriyoruz. Sonlara doğru güzel bir koy bulup saat 16:00 da ayaklarımızı denize sokuyoruz. Yılın ilk deniz+ biz kavuşması. Burak gerçekten etkilenmiş olacak ki beklemeden atlıyor sulara.. evet.. biz Ege ‘yi seviyoruz.. Bu ziyaretimizde en etkileyici olay otoparkta yer alan çöp varillerinin etrafında yemek bulmaya çalışan 3 tane kocaman yaban domuzuydu. Şoklarda onları izledik, hemen fotoğrafladım.. Onların tek derdi ise karpuz kabuklarını kemirmekti. Hayatımda bir ilk daha.
İŞTE BUYRUN;



son olarak Meryem Ana'nın evini ziyaret ediyoruz, oldukça etkileyici.Bu kadının burada tek başına inanılmaz sade bir yaşam sürdürdüğünü görüyoruz. Coğrafya olarak inanılmaz dik ve zor ulaşışır bir bölge, o zamanlarda nasıl buraya kaçtığını ve ne ile ulaştığını kestirmek güç. Bölgede birçok müridi ile ayin yapan papazları görüyoruz.


3.gün:

ŞİRİNCE-FOÇA

Sabah yine Şirince’de, son günümüz ve şahane kahvaltımız. Bu gün sanırım kahraman olma günüm; kahvaltı ederken acı bir miyavlama duyuyorum, içim rahat değil bir yerde bir sorun var. Hemen müdahale etmeliyim. Kahvaltımım bırakıp iniyorum, kocaman çöp varillere yaklaşıyorum , evet, burada geliyor. İçine bir bakıyorum ki minicik, korkmuş bir kedi yavrusu yemek bulma umudu ile girmiş ve tabi ki ufak olduğu için dışarı atlayamamış .Variller boş olduğundan dibinde kalıvermiş. Beni görünce ona zarar vereceğimi zannederek tıslamaya başlıyor, daha fazla tedirgin etmemek adına varili iterek eğiyorum ve o minik kendini aşan sesi ile çıkıp saniyede oradan uzaklaşıyor.. ona peynir bırakmıştım ama o an korkusu açlığından daha baskın..

Odamıza dönerken koridorda camın arasına sıkışmış serçenin can havli ile cama çarparak çıkmaya çalıştığını görüyorum. Hemen atılıp serçeyi avucuma alıyorum kendisi debelenirken diğer elimle zor da olsa pencereyi aralıyorum ve onu özgürlüğüne kavuşturuyorum. Buradan sonra istikamet FOÇA.

4.gün;

FOÇA



Foça ile ilgili çok fazla yazabileceğim şey yok. Maalesef biraz şişirilmiş geldi bana. Eski Foçada bir pansiyonda kalıyoruz. Burası ile ilgili tek güzel taraf eski taş evler ve güzel fotoğraflar. Onun dışında, kötü bir plaj, betonlaşma, sivrisinekler, kalabalık ve karmakarışık bir halk. Sadece birkaç fotoğraf ekliyorum;





BENİM CANIM İNŞAAT KÖPEĞİM!!



Bu kadın enteresandı. Tek başına bu , çiçeklerden görünmeyen evde yaşıyor.Tek amacı ve belki de yaşam sebebi çiçekleri.Kimbilir kaç yaşında...



                                                                             tetikte...

                                                                  gündüz sakin Foça...



5.gün

CUNDA

Cunda’ya geldik, bir gece önce netten bulduğum şahane bir pansiyona yerleşiyoruz. Aslında buraya pansiyon demek yanlış olur, burası yepyeni bir ev, Ev sahibi kendisi ve ailesi için inşa etmiş ancak talep görmeyince pansiyona çevirmiş. O kadar temizdi ki içindeyken birşeye zarar vereceğiz diye endişe ettik durduk.


 Hafif yağmur çiseledi . Eşyaları bırakıp meşhur TAŞ KAFE’ ye gidiyoruz ve tabi ki şahane Türk kahvesinden içiyoruz. Tost yiyoruz ve ilerde , atlayıp duran ,birbirleri ile oynaşan yunusları seyrediyoruz.


Nedense ben buranın şu kordonunu sevemedim. 3. gelişim ama bu balıkçılar, lokantalar karmakarışıklık beni yoruyor. Rahat edemiyorum, zaten evinde kaldığımız kişi de burayla ilgili enteresan şeyler anlattı. Kendisi doğma büyüme İstanbullu iş için burada yaşıyor ama bu yaz sonu İstanbul’a geri dönüş yapacak. Buranın insanlarını sevemedim diyor. Halkın cahil ve ayırımcı olduğunu savunuyor ve birkaç örnek veriyor. İstanbullulardan hoşlanmıyorlar diyor. İlk defa İstanbul’dan kaçan ve memnun olmayan biri ile karşılaşıyoruz, şaşkınlıkla dinliyoruz. Burak biraz kestirmek istiyor ,sürekli arabayı o kullandı. Bende makinemi kaptığım gibi yine taş –Rum evlerinin ara yollarını fotoğraflamaya gittim. Muhteşem yerler keşfettim. Ne işiniz var kordonda.. çıkın tepelere.. Gezilerin en sevdiğim yanları kendi başıma serbestçe fotoğraf çekerek keşfettiğim güzellikleri. Bkz.;fotoğraflar :)

ne işim olur kiliseyle miliseyle bana park yeri lazım...!!!!

Bu günün akşamında ev sahibimizin kız kardeşinin kardeşine ait Girit yemekleri yaptığı sokak arasındaki yerine gittik. Biz uzun zamandır böyle leziz yemekler yemedik, sempatik lokanta sahibi karı –koca ve köpekleri.. Cundanın fotoğraflardan sonra akılda kalacak diğer, aktivitesi buydu. Ha birde buranın kedi popülasyonu meşhur derlerdi.. kendi gözümle gördüm.. her cins vardı ,onaylıyorum :)))

muhteşem taş evler;

                                                                                  ironi...


cunda'da öürümeye yüz tutmuş görkemi her halinden belli kilise..


Cundadaki ev sahibimiz sabah kahvaltısını verandaya hazırlamış. Kendi evimiz gibi yedik içtik.

6. gün

BOZCAADA


Ve istikamet aşkımız BOZCAADA. Buraya her gelişimizde deniz kenarında kaldık, bu sefer değişiklik yapıp güzel bir bağ evi tutuyoruz. Ne doğru bir seçim yine :) Burayı nasıl tarif edebilirim hmmmm…. klasik hikaye; gencecik karı-koca İstanbul’u terk ederek buradan oldukça büyük bir arazi alıp üzüm bağı yapıyorlar, ardından Kapadokya’dan getirttikleri özel taşlardan şahane evler yapıyorlar sanırım 10 tane ev ve her biri birbirinden uzak, kendi özelin var, hepsi bağa bakıyor, sade , tertemiz. Etraflarında hiçbir şey yok.


 Geldiğimiz akşam bağa karşı Burak ile Şirince’den aldığımız 10 şaraptan böğürtlen olanını içiyoruz.. keyifler gıcır. Aksam kasabada yemek, etrafı geziyoruz. Ben yine sokak araları bulup taş evler çekiyorum.

Bozcaada sokakalrında kediler ve yavruları :)

O dönemde Kayranın şarap tadım geceleri var, ada hareketli ama biz şarapçı olmadığımız için ilgilenmiyoruz.



7.gün;

Sonraki gün hava biraz kapalı, Ayazma plajına iniyoruz, haziran olduğu için ve hava biraz soğuk olduğu için (Bozcaada’nın denizi soğuktur) kimseler yok. İkimiz sere serpe şezlonglara yayılıyoruz. Birkaç saat sonra adayı turlayıp kasabada öğle yemeği yiyoruz. Tekneleri izliyoruz, huzurluyuz. Sonraki gün eskiden beri kaldığımız fakat şuan inanılmaz pahalılaşan Akvaryum pansiyon un önündeki şahane el değmemiş Akvaryum koyuna denize giriyoruz.

Akvaryum pansiyon bizim gözdemizdi, elektriği olmayan şirin pansiyon.. 2 sene yazladı kaldık. Ancak bu sene , koca koca taş binalar yapmış, elektrik almış su almış ve süper lüks hale getirmiş.

aynın günün akşamı adanın batı kısmında güneşin batışını izlemek gelenek olmuş.Herkes şarabını alıp gün batımını izlemeye gidiyor, bizde gidiyoruz. Hem  gün batımını görüyoruz hem ay doğumunu ve biralarımızı yudumluyoruz. Şerefe..!









Nihal

Perşembe, Ocak 06, 2011

Gökçeada gezisi 2009/sonbahar


GÖKÇEADA
Gökçeada tatiline ilk defa çok kalabalık bir arkadaş grubuyla gittik. Kalabalık olmak bir bakıma iyi ama çoğu bakımdan tavsiye edilmez :) .Her kafadan ses çıkması dışında kalabalık gruplarda uyumu yakalamak bazen zor olabiliyor.



ada'ya gelirsek: Yüz ölçümü açısından oldukça büyük bir ada. Bozcaada’nın kuzeyinde ve sanırım 6 katı büyüklüğünde. Öncelikle tatil, bir vapur bekleme kuyruğu kabusu ile başlıyor. Yaklaşık 5 saat kuyruk bekliyoruz. 1 tane gemi var ve bu geminin gidiş gelişi 1 saati aşıyor.


Nihayet gemideyiz. Tatlı bir ege rüzgarı yol boyunca bize eşlik ediyor. İner inmez hüsrana uğruyoruz. Adanın giriş kısmı o kadar sıradan, ruhsuz ki ilk göze batan  kötü bir yapılaşma ki içimden ‘acaba yanlış bir karar mı verdik ‘ diye endişeye kapılıyorum.


Kalacağımız pansiyon internetten araştırdığım BARBA YORGO adındaki Rum , Yorga amcaya ait. Tepe köyde (adanın en yüksek noktasındaki köy )yer alan bu pansiyona ulaşmamız 15 dk. sürüyor. Etraf Keçi dolu, sahipli ,sahipsiz,  bunu seviyoruz. Zaten adanın içine girdikçe güzellikleri görmeye başlıyorsunuz çünkü içerilere doğru Rum evleri dokuyu bozmuyor, hatta uyum sağlıyor ancak girişteki çirkin yapılaşma maalesef Türklere ait..
Meydandaki pansiyon;
köy girişindeki pansiyon;


Tepeköy, oldukça şirin ,ufak bir Rum köyü. Etraf terkedilmiş evler ile dolu. Ufacık bir meydanı var. Meydana ulaştığımızda duruyoruz, hoşumuza gidiyor :) Kalınacak pansiyon , meydandaki eski bir ev, içini geziyoruz ve görüyoruz ki burada sadece 6 kişi kalabiliyor :( biz 10 kişiyiz,  bu , yaşadığımız ilk ufak çaplı sorun. Barba Yorgo bize köy girişinde başka yerlerim daha var diyor. Ekipten birkaç kişi orayı görüp geri geliyorlar ve orada kalamayacaklarını ifade ediyorlar. Sorun çıkmaması adına biz 4 kişilik ekip orada kalmayı kabul ediyoruz ve sorun çözülüyor.

terkedilmiş ilk okul



Herkes yerleşince köyün, meydanda bulunan kahvesinde dinleniyoruz, kahve /çay içiyoruz. Türk pek yok. Ortam şahane, muhabbet güzel. Ardından köyü keşfe çıkıyoruz. İnanılmaz yerler ,evler görüyoruz. Savaştan kaçarken her şeylerini bırakmışlar. İnsan düşünmeden edemiyor, bu insanlar nasıl bir korku ile evlerini terk etmişler. Yıkıldı yıkılacak evlerin içine dikkatlice giriyoruz, yerlerde saçılmış kap kacak, kadın elbiseleri, çürümeye yüz tutmuş yataklar, örtüler .. Düşünceler gerilere gidiyor.. neler olmuş burada? Yıllar yıllar sonra bazı Rumlar evlerine dönüp restore edip yaşıyor ama çoğu ev boş ,belki sahibi bile göç etmiş bu diyardan. Köy dedikodularına göre Amerikalılar burayı keşfetmiş ve yavaş yavaş ev alma girişimlerinde bulunuyorlarmış. Yürümeye devam ediyoruz, köyün en tepesinde , ki adanın da en tepesine geliyoruz. Burada tek başına şahane bahçesi ile terk edilmiş bir ev daha. Burada ne güzel hayat yaşanır diye geçiriyoruz içimizden..





Gökçeada’da görülecek ve yapılacak ‘ şeklinde bir liste yapmaya çalışırsak;


AYDINCIK : burada bir göl var ve hemen yanı başında deniz. Bu gölde çamur banyosu yapılabilir ve denizde sörf. Zaten buraya geldiğimizde kalabalığa çok şaşırdık, sanki güneyde bir sörf cenneti. O kadar çok yabancı sörfçü var ki şaşırıp kalıyoruz. Paraşüt ile yapılan sörf, burada almış başını gitmiş, Bulgarlar sörf okulu bile kurmuş.. biz uyuyoruz. Bir süre onları izledikten sonra yeni yerler keşfetmeye gidiyoruz.
çamur banyosu yapılan göl ;
adadaki genel görüntü ;


                                                                                                          çamaşırhane ;
DEREKÖY : buda şahane köylerden biri, tamamı eski evlerden oluşuyor. Çoğu terkedilmiş, hayalet şehir gibi.. insan uzaktan bakınca ürküyor. Marmaros şelalesi var diye okumuştum ama biz bulamadık. Eski çamaşırhaneler ve zeytinyağ fabrikası görülmeye değer, kilise ve manastır var.   zeytin yağa fabrikası















ZEYTİNLİ KÖYÜ: burada meşhur dibek kahvesini ve madamın tatlısı ile sakızlı muhallebiyi mutlaka yiyin. Bu köy oldukça kalabalık.


KALEKÖY :Cenevizlilerden kalma kale ve balık restoranları ziyaret edilebilir.


KUZU LIMANI: peynir kayalıklar (burası denizden görülebilir), plaj

mezarlık ;



ESKI BADEMLI KÖYÜ: eski , terkedilmiş evler.


Birde Tepeköy’ün en tepesine çıkarsanız (ki bizim takımdan 3 deli o kayalıkları tırmandı) foklar ile karşılaşmışlar .



ekip'in bir kısmı ;


Adadan organik, inanılmaz lezzette ADA marka zeytinyağı almanızı şiddetle tavsiye ederim. Adada Çanakkale üniversitesinin sanırım bir kampüsü var ve birkaç bölüm daha 2010 da eklenecekmiş. Ada için bu iyi mi kötü mü tartışılır.
Rum teyzemiz ;






işte deniz,işte kalıntı ;


hayat belki de budur ;

Sevgiler


Nihal